Seinn Nehri üzerinde kurulu sanat, kültür, tarih, moda ve lüksün ışıltısının yanında elbette romantiklerin de vazgeçilmez şehri Paris.
“Işık Şehir” Ville Lumière diye de anılan kentin neredeyse her yanında geçmişin izlerine rastlamak mümkün. Bunların başında Meryem Ana’ya adanarak yapılmış gotik katedral Notre Dame ilk akla gelenlerdendir.19 yy. başlarında yıkılmasına karar verilen katedral Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu” adlı romanı yazması ve halk desteğiyle yıkılmaktan kurtulmuştur. Yine Paris denince Louvre Müzesi görülmesi gereken yerlerden biri. 1793’te açılıp, müze haline getirilen yapı Fransa’nın da ilk devlet müzesi olma ünvanına sahiptir. La liberté guidant le peuple, Mona Lisa, Winged Victory of Samothrace ve Venus de Milo gibi şaheserlere ev sahipliği yapan Louvre Paris gezinizde mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Sadece dış çehresiyle bile muhteşem bir mimari şaheser olan bu müzeye girmek içinse oldukça uzun bir kuyrukta sıra beklemeniz gerektiğini hatırlatmak isterim. Toplamda 70.000 sanat eserine ev sahipliği yapan Avrupa ve dünyanın en büyük müzesi olarak bilinen Louvre,Paris’e dair olmazsa olmazlardan.
Paris’e dair diğer önemli bir yapı ise Fransız Ordusu’nun gücünü sembolize etmek adına yapılmış Korint tarzı sütunlarla çevrelenmiş Église de la Madeleine. Napoleon’un emriyle inşa edilen tapınak, 1806’da Pierre-Alexandre Vignon tarafından tasarlanmış olup Boubonlar’ın yönetime geçişiyle Hristiyan kilisesine dönüştürülmüştür.
Paris’in en gösterişli caddesi tabiiki Champs-Élysées (Şanzelize). Adının kaynağı Yunan mitolojisinde cennet diye nitelendirilen Elysion ovalarına dayanan bu güzel cadde ,yukarı doğru çıkarsanız sizi Zafer Takı’na, aşağı doğru inerseniz de Concorde Meydanı’na çıkarır. Şehrin ruhunu ve kalp atışını hissedebileceğiniz cadde boyunca Paris’e dair herşeyi bulmak da mümkün. Cadde üzerinde yürüyüş yapabilir ya da birşeyler yiyip içebilirsiniz.Ayrıca keyifli gösteriler de izleyebilececeğiniz caddenin biraz daha ilerisinde ise Jardin des Tuileries ve Louvre Müzesi sizi bekler. Öte yandan yine Napolyon’un isteğiyle inşa edilmiş Charles de Gaulle Meydanı’nın ortasında, Şanzelize’nin batı kısmındaki 45mt boyunda,22mt eninde ve 49mt yükseliğindeki Zafer Takı bölgedeki dikkat çekici yapılar arasındadır. Zafer Takı Austerlitz savaşında galip gelen Fransız askerlerine “Evinize zafer taklarının altından geçerek döneceksiniz.” diyen Napolyon’un 18 Şubat 1806’daki isteğiyle başlanmış, ancak yapımı 29 Temmuz 1836’ya kadar sürmüş ve Temmuz Devrimi’nin 6. yıldönümü kutlamalarında açılmıştır.









Elbette Paris’in hatta Fransa’nın sembolü haline gelmiş Eyfel Kulesi’ni görmeden olmaz. Adını inşasını sağlayan firma olan Gustave Eiffel’den alan kule tam bir mühendislik harikası olmasının yanında oldukça da estetik bir görsele sahiptir. Fransız Devrimi kutlamaları için düzenlenen Paris fuarına kapı olma maksadıyla yapılmış olan yapı günümüzde Fransa denince ilk akla gelen görsel haline gelmiştir.





Paris’in eğlence tarafına da bir göz atmak gerekirse Moulin Rouge Türkçe adıyla Kırmızı Değirmen Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahiptir. Yetişkin tarzı eğlenceleri, elit erotik şovlarıyla Paris’in red light district’i diyebileceğimiz Pigalle‘e uyumlanmış bir kabare Moulin Rouge. 1889’da Joseph Oller ve Charles Zidler tarafından inşa edilmiş Moulin Rouge üzerindeki kırmızı yel değirmeni ve dizaynı ile tarihi boyunca dünyadaki benzerlerine öncülük etmiş yaşayan bir müze. Filmlere konu olmuş bu ilginç mekan Paris’te ilginizi çekecek yerlerden biri olabilir ancak hatırlatmak isterim ki bulunduğu semt itibariyle malesef güvenlik açısından oldukça dikkat edilmesi gereken bir bölgedir. Hazır bu taraflara kadar gelmişken Montmartre ‘de bulunan Sacré-Cœur Bazilikası’nı ve Pablo Picasso, Salvador Dali, Claude Monet, Vincent van Gogh, Amedeo Modigliani gibi ressamların üzerinde çalışmış olduğu Ressamlar Tepesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Gezerken elbette karnımız acıkır ve Paris’e gittiğinizde etrafta buranın soğan çorbasının ne kadar meşhur olduğundan bahsederler, benim fikrimi sorarsanız direk o çorbadan kaçın. Bunun dışında salyangozla ve midyeyle yapılan yemekleri var ancak bana hiç hitap etmediği için denemedim bile. Sabahları ise bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi kruvasan ve kahveden ibaret bir kahvaltıyla karşılaşmanız olası . Kısacası bence Fransız mutfağı bizim damak zevkimize pek uygun olmasa da aç kalmayacağınız birşeyler bulabilir sonrasında Şanzelize’de bir kahve ya da bir kadeh şarap eşliğinde caddenin atmosferine kendinizi kaptırabilir ya da Seinn Nehri’nde bir tura çıkarak moda ve lüksün dünya başkenti diye anılan “Işık Şehir”in tadını çıkarabilirsiniz.
Paris’e gitmişken bence mutlaka ama mutlaka gitmeniz gereken yer ise Disneyland. Çocuklar ve tüm büyük çocuklar için bir tam gününüzü bol bol eğlenerek geçireceğiniz bu yer emin olun herkesin için oldukça keyifli bir seçenek olabilir.




